___________________________________________
Hz. Bilâl, Efendimiz’in izniyle ve emriyle Medine’ye hicret etti. Lakin Resul-i Ekrem’den ayrılmak kolay değildi. Üstelik O’nu, Mekke’de eziyetlerle başbaşa bıraktığı için içten içe yaralıydı. Rasulullah, hicret buyurup dua edeceği zamana kadar da Medine havası Hz. Bilal ve diğer bazı sahabiye yaramamıştı. Hava değişiminden hasta olmuşlardı. Hatta söylediği bir şiirinde ölümün giydiği ayakkabı kadar kendine yakın olduğunu ifade etmişti.
Medine’de Sa’d b. Hayseme’nin misafiri olarak bir süre ikamet etmişti. Resul-i Ekrem, Medine’ye teşrif ettikten sonra Muhacir ve Ensar arasında yapmış olduğu genel kardeşlik uygulamasında Hz. Bilal’i, Abdullah b. Abdurrahman el-Hasamî ile kardeş yapmıştı. Bu kardeşlik ikisinden biri ölünceye kadar devam edecekti. Hz. Bilal, kardeşlik hakkına riayetini, kardeşliğini yanına, yani vefat-ı Nebi’den sonra gittiği Şam’a aldırmakla bir kere daha gösterecekti. Hatta, Hz. Ömer devrinde girdiği savaşlardan hissesine düşen ganimetten bir hisse de ona ayıracaktı. [İbn Sa’d, Tabakat, 3/234]
Resul-i Ekrem’in yanında âdeta bir nevi O’nun vekilharcı veya özel kalem müdürü gibi vazife yaptı. Ezvac-ı tahirat’ın harcamalarını o takip eder, alınacakları o alırdı. Efendimiz adına borç verileceklere o verirdi. Medine dışından gelenlerin ağırlanması vazifesi de onundu. Bayram veya yağmur duası için musallaya çıkıldığı zamanlarda sütre olarak kullanılacak harbeyi de Hz. Bilal taşırdı. Bu harbeyi Resul-i Ekrem’e Habeş Meliki Necaşî hediye olarak göndermişti. Peygamberimizden sonra, aynı görevi Şam’a gidinceye kadar Hz. Ebu Bekir zamanında da yapmıştı.
Esasen Bilal-i Habeşî’nin sahabe arasında ve Rasulullah’ın yanındaki temel misyonu: müezzin-i Rasûl olmaktı. Malumdu ki Resul-i Ekrem, Medine’ye gelir gelmez hemen bir mescid inşa etti. Namazlar cemaat halinde topluca burada kılınmaya başladı. İnsanlar namaza nasıl davet edilecekti? Meşveret meclisinde bu husus görüşülmeye başlandı. Kimine göre çan çalınmalıydı, başkaları ateş yakmayı teklif ettiler. Bir kısmı da bayrak dikmeyi teklif ettiler. Herkes kendine göre bir teklifle geldi. Başkalarına benzememek kaygısıyla Resul-i Ekrem hiç birini kabul etmedi.
Çok geçmeden hayırlı bir rüya ile Hz. Ömer çıkageldi. Rüyasında ona ezan-ı Muhammedî talim edilmişti. Efendimiz (sas) bundan sonra namaza daveti ezanla yapacaktı. Ezan, hemen Hz. Bilal’e öğretildi. Medine ufukları, onun ruhlara işleyen davûdî sesiyle bayram yapmaya ve sahabe onunla namaza koşmaya başladı. Sabah namazlarındaki ezana bir gün, “es-salatü hayrun minen nevm. Namaz uykudan hayırlıdır” ilavesini yapınca Efendimiz (sas) bunu güzel buldular ve o günden bugüne, onun ihlasla yaptığı bu ilave, sabah vaktinde insanları uyarmaya devam etmektedir. Sesleriyle insanları kutlu vazifeye davet eden müezzinler, Efendimiz’in müjdesiyle, “ötelerde de insanların en uzunları olacaklardır.” Hz. Bilal, Medine’de olduğu bütün zamanlarda bu vazifesine devam etti. Onun olmadığı zamanlarda ise, diğer müezzinler bu vazifeyi yerine getirdiler. Mesela Ebu Mahzûre okudu ezanı. O da yoksa, bu vazifeyi İbn Ümm-i Mektûm yerine getirdi.
O gün Rasûlüüah, (s.a.v.) Bilâli İslâm’ın ilk müezzini olarak seçti. O, gür ve coşturucu sesiyle gönülleri iman, kulakları hayretle doldurmak üzere yürüdü. Şöyle haykırıyordu:
Allahu ekber, Allahu ekber
Allahu ekber, Allahu ekber
Eşhedu enlâilâhe illallah
Eşhedu enlâilâhe illallah
Eşhedu enne Muhammeden Rasûlüllah
Eşhedu enne Muhammeden Rasûlüllah
Hayye ale’s-salâh
Hayye ale’s-salâh
Hayye ale’l-felâh
Hayye ale’l-felâh
Allahu ekber, Allahu ekber
Lâ ilahe illallah…
Gün gelir müslümanlarla harbetmek için Medine’ye gelen Kureyş ordusu arasında savaş çıkar…
Savaş çok sert ve acımasızca devam etmektedir. Bilâl müslümanların iik savaşı olan Bedir savaşında çarpışmaktadır. Bu savaş Rasû-Iüllah’ın (s.a.v.) «Ehâd Ehâd-ı parola yaptığı savaştır.
Bu savaşta Kureyş ciğerparelerini, çocuklarını savaşa çıkarmıştı. Bütün eşraf müslümanlarla savaşmaya çıkmıştı!.
Bir zamanlar Bilâl’ın efendisi olan ve ona vahşi bir şekilde işkence etmiş olan Umeyye İbn-i Halef harbe gitmemeye niyet etti…
Umeyye’nin arkadaşı Ukbe İbn-i Ebî Muâyt, arkadaşının harbe gitmeyeceğini öğrenince, eline bir parfüm kutusu alarak Umeyye’ye gitmeseydi ve oturduğu topluluk içinde parfüm kutusunu önüne koyup: «Ebû Ali! Bu kokudan sürün, çünkü sen ancak kadınlardansın» demeseydi, o, hâlâ harbe gitme niyetinde değildi!.
Umeyye: «Allah seni ve getirdiğini kahretsin» diyerek haykırdı.
Daha sonra, diğerleriyle birilikte savaşa çıkmaktan başka bir çare bulamadı ve çıktı.
Ukbe İbn-i Muayt, Umeyye’yi Bilâl’e ve diğer zayıf müslümanlara işkence etmeye teşvik edenlerin en başında geliyordu…
Bugün onun ölümü orada olacak. Bedir savaşına çıkmaya teşvik eden bizzat o idi!.
Yine Ukbe’nin ölümü de orada olacaktı!
Umeyye savaşa gitmek istemeyenlerdendi.
Fakat Allah buyruğunu yerine getirdi. Hesabın görülme zamanı gelmişti.
Kader, zalimlerden öç almasını iyi bilir.. Tahriklerine kapılıp safi mü’minlere işkence etmede nefsine uyan Umeyye’yi ölüm alanına götürecek olan da Ukbe’dir.
Acaba kimin eliyle?
Bizzat Bilâl’ın eliyle mi? Tek başına Bilâl’in eliyle mi?
Umeyye’nin zincir takıp vurarak ve eziyet ederek sahibinin ca nını yaktığı aynı el.
Bu elin ta kendisi, o gün yani Bedir savaşında, kaderin tam denk getirdiği randevuda, mü’minlere düşmanlık yapan Kureyş’in cellâdıyla birliktedir.
İki taraf arasında çarpışma başlayıp müslümanların tarafı parolaları olan «Ehâd, Ehâd» ile çalkalandığında, Umeyye’nin kalbi yerinder fırladı ve ona bir korku geldi.
Dün, kölesinin, işkence ve dehşet altında tekrar edip durduğu kelime, bugün bir dinin ve yeni ümmetin tamamının parolası olmuştu!.
«Ehâd, Ehâd».
Kılıçlar şakırdadı ve harp şiddetlendi..
Çarpışmanın sonuna doğru, Umeyye İbn-i -Halef, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) arkadaşı Abdurrahman İbn-i Avf’ı görüp ona sığındı ve canını kurtarmak ümidiyle onun esiri olmak istedi.
Abdurrahman, Umeyye’nin teklifini kabul edip ona eman verdi. Daha sonra onu harbin ortasında esirlerin tutulduğu yere götürdü.
Yolda onu Bilâl görüp şöyle haykırdı:
«— Küfrün başı, Umeyye İbn-j Halef… Eğer o kurtulmuşsa ben kurtulmuş olmayayım..»
Umeyye’nin uzun zamandan beri gurur ve kibirini ağırlaştırdığı başını koparmak için kılıcını kaldırdı ama Abdurrahman İbn-i Avf ona bağırdı :
‘ «— Bilal!.. O benim esirim».
Harp ateşi yanıp tutuşurken, bir esir ha?
Bir dakika önce, müslüman cesedlerine yapılanlardan dolayı kılıcından kan damlarken bir esir ha?.
Hayır.. Bilâl’e göre, bu komik bir şeydi ve onunla alay etmek, demekti. Umeyye gülüp onunla yeterince alay etmişti.
Bilâl din kardeşi Abdurrahman fbn-j Avf’in himayesine aldığı kişiye tek başına saldıramıyacağını anladı ve yüksek sesle müslümanların arasında şöyle bağırdı:
«— Ey Allah’a yardım edenler! İşte, küfrün başı Umeyye İbn-i Halef, eğer o kurtulursa ben kurtulmuş olmayayım!.»
Kılıçlarından ölüm damlayan bir müslüman topluluğu gelip Umey-ye’yle oğlunu kuşattılar .Bu durum karşısında Abdurrahman İbn-i Avf hiçbir şey yapamadı.
Bilâl şakırdayan kılıçların altında düşen Umeyye’nin cesedine uzun süre baktıktan sonra, gür sesiyle:
«— Ehâd, Ehâd» diyerek hızla onun yanından ayrıldı.
Bilâl’Ie Umeyye’nin karşılaşması başka şartlarda olsaydı. Bilâl’-den tolerans hakkını istememiz caiz olurdu ve böyle bir iman ve takvaya sahip olan kişi bu konuda cimri olamazdı.Fakat aralarında vaki olan karşılaşma her iki tarafın hasımlarını yok etmek için geldikleri bir savaşta olmuştur.
Kılıçlar parlamakta, insanlar ölüp yere düşmektedirler. Bilâl, üzerinde Umeyye’nin yaptığı işkencelerin izlerini taşırken, onu vücudunda sadece parmak ucu kadar yer bırakılmış olarak görür.
Günler geçer. Mekke fethedilir…
Hz. Peygamber, on bin Müslümanın başında şükrederek ve tekbir getire getire Mekke’ye girer.
Önce Ka’be’ye. Kureyş’in, yılın günleri sayısınca putlarla doldurduğu bu mukaddes yere yönelir!.
Hak geldi, batıl yok oldu.
Bugünden itibaren ne Uzza ne Lât ne de Hubel var. İnsan bugünden sonra ne bir taşın ne de bir putun önünde eğilecek… İnsanlar ancak benzeri olmayan tek ve yüce olan Allah’a gönüllerince ibadet edecekler…
Peygamber sav . , yanında hz. Bilâl’Ie Kabe’nin içine girer!.
Kabe’nin içine girer girmez bir heykelle karşılaşır. Heykel Hz. İbrahim’in fal oklarıyla kısmet aradığını temsil etmektedir. Rasûlüilah (s.a.v.) öfkelenip :
«Allah onları kahretsin… Atam İbrahim fal oklarıyla kısmet aramazdı. İbrahim ne yahudî ne de hıristiyandı, ama o hanifti, müslümandi, müşriklerden değildi».buyurdular..
Daha sonra Hz. Peygamber Bilâl’e Kabe’nin damına çıkıp ezan okumasını emreder.Ve öz yurda dönüş…Ve ezan .. Bilâl ezan okuyor… Ne güzel zaman, ne güzel fetih ,ne güzel mekan…
Mekke’de hiçbir hareket yok. Binlerce müslüman, huşu içinde, Bilâl’den sonra ezanın kelimesini içinden tekrar etmek üzere kesilmiş bir soluk gibi ayakta dururlar.
Evlerindeki müşrikler nerdeyse inanamazlar ve şöyle söylenirler kendi kendilerine ..
Bu Muhammed ve dün bu diyardan çıkarılan yoksulları mı?
Gerçekten, beraberindeki onbin mü’minle birlikte o mu?
Gerçekten bu, birbirimizle atışıp, savaştığımız, ailesinden ve akrabalarından en sevdiklerini öldürdüğümüz kimse mi?
Gerçekten bu, boyunlarımız önünde, bize hitabede bulunup:
«— Gidiniz… Sizler serbestsiniz» diyen kimse mi?
Fakat Kureyş eşrafından üçü Kabe’nin avlusunda oturuyorlardı. Ayaklarıyla putlarını çiğneyip tozlanmış put yığınlarını tepesinden bütün Mekke ufuklarında bahar kokusu gibi yayılan ezanla sesini yükseltirken, Bilâl’ın orada olması adetâ onları yakıp kavuruyordu…
Bu üçü : Ebû Sufyan İbn-i Harb
—o ki , Henüz birkaç saat önce müslüman olmuştu ve diğer ikisi Attab İbn-i Useyd ve el-Hâris İbn-i Hişam’di —Bunlar henüz müslüman olmamışlardı.—
Ezanını okurken, gözü Bilâl’in üzerinde olarak Attab :
«— Allah, babam Useyd’i vaktiyle öldürdü de şu sesi işitmemek nimetini ikram etti» dedi. El-Haris ise:
«— Muhammed’in hak olduğunu bilsem vallahi ben de icabet ederdim» dedi.
Dahî Ebû Sufyan onların konuşmasına şöyle katıldı :
«— Ben hiçbir şey söylemiyeceğim. Şayet birşey söylersem şu çakıllar bile dile gelerek hemen gidip ona haber veriyorlar!»
Hz. Peygamber Kabe’den ayrıldıktan sonra onları gördü. Bir bakışta onların yüzlerini okudu. Gözleri Allah’ın nuru ve zafer sevinciyle
parlayarak :
«— Söylediklerinizi biliyorum» dedi.
Konuştuklarını onlara anlatmaya başladı.
El-Haris’ie Attab:
«— Biz şehadet ederiz ki, sen Allah’ın elçisisin. Vallahi bunları konuştuğumuz sırada bizi, kimse dinlememişti ki o sana haber versin. Herhalde sana bir taraftan haber veriliyor!…»
O ikisi, Bilâl’i yepyeni kalplerle karşıladılar.
Zihinlerinde, Mekke’ye ilk girdiğinde Hz. Peygamber’in yaptığı konuşmada işittikleri şu kelimelerin yankısı vardı:
‘— Ey Kureyş topluluğu!…
Şüphesiz Allah sizden Cahiliye kibirini ve atalarla büyüklenmeyi kaldırmıştır.
İnsanlar Adem’dendir… Adem de topraktandır».
Bilâl Rasûlüllah’la [s.a.v,] birlikte yaşamış ve bütün olaylarda onun yanında olmuştur. Namaz için ezan okur, kendisini karanlıklardan aydınlığa, kölelikten, hürriyete kavuşturan bu büyük dinin şiarlarını yaşatır ve korurdu…
İslâm’ın şanı yüceldi, onunla birlikte müslümanların şanı da yüceldi. Bilâl’in; kendisini «Cennetliklerden birisi» diye niteleyen Rasûlullah’ın kalbine yakınlığı her gün artıyordu.
Fakat Bilâl, daha önceki gibi, alçak gönüllülüğünü muhafaza etti. O kendisini ancak: «Daha düne kadar köle olan bir habeşii» olarak görüyordu!..
Hz. Peygamber, birbirlerinden hoşnut bir şekilde Raflk-i A’la’ya gittiğinde, müslümanların başına ondan sonraki Halifesi Ebû Bekr es-Sıddîk geçti.
Bilâl Rasûlüilah’ın [s.a.v.} halifesine gidip şöyle der : «— Ey Allah’ın elçisinin halifesi…
Ben Rasûlüllah’ın-fs.a.v.}, mü’minin en faziletli ameli, Alla Sunda cihâddır» dediğini duymuştum.
Ebû Bekr ona :
«— Ne istiyorsun Bilâl?» dedi.
O da:
«— ölünceye kadar Allah yolunda cihâd etmek istiyorum» dedi.
Ebû Bekr:
«— Peki, bize ezanı kim okuyacak?» dedi.
Bilâl, gözlerinden yaşlar boşaiarak:
«— Allah’ın Rasûlü’nden sonra hiç kimseye ezan okuyamam» dedi.
Ebû Bekr:
«— Burada kal ve bize ezan oku, Bilâl!» dedi.
Bilâl :
«— Eğer beni kendin için azat ettinse emret, senin yanında kalayım, şayet beni Allah rızası için azat ettinse o zaman bana izin ver gideyim…» dedi.
Ebû Bekr:
«— Bilesin ki ey Bilâl sen Allah için azad edilmiştin» dedi.
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in irtihâlinden sonra Suriye’ye giden Bilâl,
“Havlan” kasabasına yerleşti. O burada huzur içinde yaşıyordu. Hz. Bilâl, Suriye’de bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber (s.a.s.)’i gördü. Resulullah ona, şöyle demişti: “Beni ziyaret etmeyecek misin?”
Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz, hazırlığını tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine’ye gece ulaştı. Oraya varınca Ravza-i Mutahhara’ya yüzünü sürerek, burada Resul-u Ekrem’le birlikte geçirdigi günlerin hatırasını düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Bilâl’i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl, (r.a.) onların arzusunu yerine getirerek, Peygamber Mescid’inde ezan okumuştu. Bilâl’in sesini duyan Medineliler, İsrafil suruyla uyandırılmış gibi yerlerinden fırlamış ve ezanı dinlemeye başlamışlardı. Birinci şehadetten sonra Resulullah’ın risâletini ikrar eden şehadet tekrar okunurken, Hz. Peygamber’in kabrinden kalktığını tasavvur ederek evlerinden dışarı fırlamışlardı. Bu sabah, bütün Medine’ye, risalet devrini bütün canlılığı ile yaşatan, herkesin hislerini coşturan, bütün müslümanların Resul-u Ekrem’e karşı duydukları sevgiyi canlandıran Bilâl’in sesi idi.
Hz. Bilâl, hicretin yirminci yılında altmış yaşlarında iken vefat etti. Dımaşk’ın Bâbü’s-Sagîr tarafına defnolundu.
Hz. Bilâl (r.a.), vefatı yaklaşınca, ölümün ızdırabını, sevgililerine kavuşmasındaki zevk ile mezcetmiş; ömrünün son anlarında onun hastalığını gören zevcesi, teessüründen “ah ne acı” dedikçe, Bilâl: “Oh! ne tatlı!.” diyor ve ekliyordu: “Yarın sevgililerle, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım.” diyordu.
Hz. Bilâl’in doğruluk ve ahlâki, islâm’a bağlılığı bütün çağdaşları tarafından aynı derecede takdir edilmekte ve övülmekteydi. Artık o, siyahî bir köle değil, ashab’ın ileri gelenlerinden ve islâm devletinin yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi.Allah bizleri o mücadele timsali yıldızın şefaatine ulaştırsın…
AKRA FM – Onlar Yıldızlar Gibi