___________________________________________


Kalemimin yeni ülkesinin ilk konuğu oruç oldu. Her yıl olduğu gibi bu yıl da vakit erişti ve saat, mucize saati çaldı da ufkumuzda, incecik, gümüşten bir yay halinde, o eskimez, yıpranmaz, kararmaz hilali gördük. Ruhumuzun ta zamanların başlangıcında dost olduğu bu aşk meleğine ne kadar özlem çekmiş olduğunu birdenbire fark ettik. Gümüşten, incecik bir melek kalemi gibi ay çıkageldi ve biz de ona dünden hazırdık zaten.
Göğün kutlu işareti ay, belli belirsiz Hızır mizaçlı misafirler gibi sessiz ve alçak gönüllüce geldi ve içimize ve topluluğumuza orucun ilk tohumunu attı. Öyleyse, her akşam top patlayıp da, batıya, gece ilk gri soluğunu bırakınca, iftar, oruç mucizesiyle bir gök sofrasına dönmüş, görünmez kaynaklardan gelip de önümüzde toplanan bereket kumanyasını açınca, ilk zeytini ağzımıza koyduktan ve zemzemle aşılanmışçasına bir aydınlık kazanmış olan ilk bardak suyu dudaklarımıza yaklaştırdıktan sonra, birdenbire gözümüze ilişir ki, ay büyümüştür.
Ve bir ay boyunca, her akşam göreceğiz ki, dışımızdaki ay, göğümüzdeki ay büyümüştür ve içimizdeki ay, kalbimizdeki ay, oruç büyümüştür.
Orucun ilk günü, kararmaya yüz tutmuş kalpte küçücük beyaz bir benektir, ilk günkü hilal gibi ince bir göz kırışığıdır. Kalbin bir ucunda başlayan bir ağartıdır. Fakat ay nasıl gökte gün gün büyür, ilkin bir nar, bir kalp büyüklüğüne erer, sonra daha da büyüyerek göğdeleşirse (gövdeleşirse), orucun ağartısında, günler ilerledikçe, bütün kalpler bir ayna gibi aydınlanınca, birbirlerinde yansıyarak İslam topluluğunun ruhunda dışardan gelip onları ayıran zarlar ve kabuklardan kurtularak kaynaşacaklar ve bir tek kalp haline gelecekler. Müslümanların kalbi, birbirinde eriyerek ve kaynaşarak bir tek kalp haline gelecek, ayın on dördü bir ay büyüklüğünde bir kalp haline.
Kendinde, doğruyla yanlışı bir bıçak gibi ayıran Kur’an’ın (ki bir adı da Furkan’dır) indiği oruç ayı, keskin keskin, kesin kesin inanmışı inanmamıştan, akı karadan, ahiret özünü dünya köpüğünden seçerek ve ayırarak İslamlık şahsiyetini, manevî benliğinin surları gibi insanlığın önünde ve ufkunda erişilmez ve yıkılmaz duvarlar gibi yükselecek
Oruç, bu ümmete bağışlanmış, sağı ölüden, diriyi cansızdan ayıran, fark ettiren kutlu bir nimet ve emanettir. İnanmış adamın ruhunu, karanlık ruhların baskısından kurtarıp onu bir hilal gibi hafifleten, kuşkuyu, kaygıyı, nimete çöken telaş ağırlığını, boğaz sıkan tedirginliği yakan bir ateş emaneti. Ateş gibi gelen bir emanet. Bir emanet ki, gelir gelmez, bizi, bizdeki emanetlerin sahibi yapmaya başlar. Evimizi ev yapar, yabancılaşan şehrimizi kendi şehrimiz yapar, uzuvlarımıza göğün mührünü vurur, ruhumuzu kölelikten azat eder.
Ölümden önce ölmenin tadından bir haberdir. Yalnız kımıldanışları değil, kımıldatan hikmeti de gören gözden bir haberdir. Kalplere kapalı duvarlar arasında gidip gelen, evlerden dışarı sızmayan yoksulların âhını işiten ıstırapların med ve cezrini kaydeden kulaklardan bir haberdir.
Gece, sahurda, evlerin ışıkları bir bir yanınca, şehir, bir şölen hazırlığındaymışçasına uyanır. Oruçla gelen ruhların uyanışı da tıpkı sahurdaki ışıkların bir bir yanışı gibi, biri yanınca öbürünü de çağırmış gibi bir şölendir. Oruç, ruhların şölenidir.
Oruç, belli belirsiz hilalle birlikte, her yıl bize gelen bir medeniyet, şuurlandıran bir armağan, bir Peygamber armağanı, bir diriliş mucizesi, inkar karanlığında kıvrananlara bir azap ve korku, aydınlığa doğru koşanlara ve susamışlara bir umut ve bir muştu, dünyaya inen bir arş aşısı, vakte gelen ilahi bir sahife, kalbe yaklaşan bir teselli ve bir güven, rızkı saran bir ışık ve bir berekettir.
Öyleyse, bereketlendir kalbimizi ey Ramazan!
Ruhumuza bir “Ruhulkudüs” gibi gelen kutlu Ramazan!
Yüksel şerefelerden bir kere daha, ey 20. yüzyıl akşamlarında bir âhir zaman havarisi gibi gelen kutlu orucun akşam ezanı!
Yüksel bir kere daha ey âhir zaman ezanı!
Sezai Karakoç

Admin 09 Temmuz 2014

ŞU AN CANLI

HAVA DURUMU


ANTALYA