___________________________________________
Sözlükte “yaratmak, icat etmek; Kesmek, yarmak, ikiye ayırmak” mânalarına gelen fatr kökünden türeyen fıtr kelimesi oruca son vermeyi, orucu açmayı (iftar) ifade eder. Bundan dolayı ramazan bayramına îdü’1-fıtr denildiği gibi ramazan ayını yaşamanın, onun mükâfat ve bereketinden faydalanmanın bir şükran belirtisi olarak verilen sadakaya da sadakatü’1-fıtr (sadaka-i fıtr) veya ze-kâtü’1-fitr denilir. Bu tamlama kısaltılmış olarak fıtra ve Türkçe’de fitre şeklinde kullanılmaktadır.
Ramazan orucunun farz kılındığı 2. yılın Şaban ayında[1] fıtır sadakasına dair varit olan hadis onun ödenmesinin gerektiğini bildiriyorsa da bu sadakanın hükmü fakihler arasında tartışmalıdır. Şâfıî, Mâliki ve Hanbelîler’e göre fitre vermek farzdır. Çünkü bir hadiste Resûlullah’ın hür, köle, erkek, kadın her müslümana fıtır sadakası vermeyi farz kıldığı belirtilir[2]. Diğer bazı karineleri de göz önüne alan bu üç mezhebin imamları bu hadiste geçen “faraza” ve bazı rivayetlerde yer alan “emere”[3] kelimelerine “farz kıldı” mânasını vermişlerdir. Haneffler ise fitrenin vacip olduğu görüşündedir. Çünkü onlara göre bu konudaki hadisler gerek sübüt gerekse delâlet bakımından farziyet ifade etmez. Ancak bu mezhepte farz ile vacip arasında uygulama açısından fark yoktur. Mâlikîler’-den Eşheb el-Kaysî ve bazı Zahiriler fitrenin müekked sünnet olduğunu söy-lemişlerse de bu zayıf bir görüş olarak kalmıştır. Ebû Bekir el-Esam gibi bir kısım âlimler de zekâtın farz kılınmasıyla fitrenin hükmünün neshedildiğini söylemişlerdir.
Ergenlik çağına erişen müslüman erkeğin fitre vermesi gereklidir. Evli olmayan müslüman kadınlar fitrelerini kendileri öderler. Evli kadınların fitresi Ebû Hanîfe’ye göre yine kendileri, diğer üç mezhebe göre ise fitre borcu nafakaya dahil olduğu için koca tarafından ödenir. Çocukların malları varsa velileri fitrelerini bu maldan öder; mallan yoksanafakalarını temin etmekle yükümlü olan kimse çocuklara ait bu borcu kendi malından ödemek zorundadır. Ancak İmam Muhammed çocukların fitrelerinin babalan tarafından ödeneceği, dolayısıyla babası olmayan çocuğun fitre yükümlülüğünün de bulunmayacağı görüşündedir. Fakihlerin büyük çoğunluğu, kişinin fitre mükellefi sayılabilmesi için âkil baliğ olmasının, ramazanı oruçlu geçirmesinin veya şehirde oturmasının şart ko-şulmadığını kabul ederken aksi görüşte olan fakihler de vardır.
Bütün ibadetlerde olduğu gibi fitrede de ferdî-içtimaî, maddî-manevî hikmetler vardır. Bu konuda İbn Abbas şöyle der: “Resûlullah fitreyi, oruç tutanı anlamsız ve çirkin davranışlardan temizlesin, fakirlere de yiyecek bir lokma olsun diye farz kılmıştır”[4] Bazı âlimler, bu sözdeki mânanın ilhamıyla fitreyi namazın eksiklerini telâfi eden sehiv secdesine benzetmişlerdir. Öte yandan mahiyetinde sevinç ve neşe bulunan bayramı toplumdaki her ferdin ortak şekilde yaşayabilmesi İçin muhtaç kimselerin kısmen de olsa ihtiyaçları giderilerek sosyal dayanışmanın güzel bir örneği verilmiş olur. Bu dayanışmayı âzami seviyeye çıkarmak ve daha çok insana yardım etme zevkini verebilmek İçin fitre miktarı asgari Ölçüde tutulmuş ve ödeme kolaylıkları sağlanmıştır.
Fitre yükümlülüğünün ne zaman doğduğu ve ne zaman yerine getirilmesi gerektiği konusunda fakihler arasında farklı görüşler vardır. İmam Şafiî. Ahmed b. Hanbel ve bir rivayette İmam Mâlik’e göre fitre yükümlülüğü ramazanın son günü güneşin batmasıyla. Ebû Hanîfe’ye ve diğer bazı müctehid imamlara göre ise bayram günü tan yerinin ağarmasıy-la doğar. Birinci gruba göre oruçla ilgili olan bu sadaka ikinci gruba göre bayramla ilgilidir ve kurban kesiminde olduğu gibi fitre de vaktinden önce vacip olmaz. Bu görüş aynlığının uygulamadaki sonucu, bir mükellefin ramazanın son günü güneş batımından sonra ölmesi veya bir çocuğun bayram sabahı doğması gibi nâdir durumlarda ortaya çıkar.
Fitrenin ödeme zamanına gelince, bu konudaki hadisler ve sahabe uygulamaları, bu vaktin bayramın birinci günü sabah namazıyla bayram namazı arası olduğunu göstermektedir. Ancak fakihler, yoksulun lehine olacağını düşünerek fitrenin bayramdan birkaç gün öncesinden verilebileceğini söylerler. Hatta İmam Şafiî bir ay, Ebû Hanîfe bir yıl. Zeydiyye mezhebi ise iki yıl öncesinden ödenebileceği görüşündedir. Fakihlerin çoğunluğuna göre fitrenin ödenmesinin bayramdan sonraya bırakılması mekruh olmakla birlikte yapılan ödeme kaza değil edadır. Bazı fakihler ise fitreyi bayram sonrasına bırakmayı haram sayar ve yapılan ödemeyi kaza olarak nitelendirir. Fitreden maksadın fakir müminlerin bayram günlerinde ihtiyaçlannı karşılamak olduğu düşünülür ve ilgili hadislerle sahabe tatbikatı da göz önüne alınırsa Önemli bir mazeret bulunmadıkça bu ibadeti bayram gününden sonraya bırakmanın uygun olmadığı anlaşılır.
Fitre verecek kimselerin sahip olmaları gereken malî güç hakkında da iki farklı görüş vardır. Hanefîler’in dışındaki üç mezhebe göre, zekâtın vacip olması için gerekli görülen nisab miktarı bir mala sahip bulunma şartı fitrede aranmayıp mesken, ev eşyası ve temel ihtiyaç maddelerinden başka kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kimseler için bayram günü ve gecesinin (yirmi dört saatlik! yiyeceğinden fazlasına sahip olan her müslüman fitre ile mükelleftir. Zahirî ve Hanefî mezhebinde ise fitre sadece zekât vermekle yükümlü olan müs-lümanlara vaciptir. Çünkü Hz. Peygamber bazı hadislerinde sadakanın ancak zenginliğin gereği olduğunu ifade etmiştir.[5]
Fitrenin, o dönemde Medine’de en çok tüketilen gıda maddelerinden 1 sâ’ mik-tan olduğu hususunda kaynaklar hemen hemen ittifak halindedir. Nitekim sahabeden Ebû Saîd el-Hudri şöyle demiştir: “Peygamber devrinde fitreyi yiyecek maddelerinden 1 sâ’ olarak verirdik. O zaman bizim yiyeceğimiz arpa, kuru üzüm, hurma ve keş (yağı alınmış peynir) idi”[6]. Ancak yiyecek maddelerinden buğdayın miktarında ihtilâf vardır. Haneffler, buğdaydan verilecek fitre miktarının yarım sâ’ olduğunu ileri sürerken diğer üç mezhep buğdayın da 1 sâ’ olarak verilmesi gerektiği görüşündedir. Başka bir ihtilâf ise fitrenin hangi tür yiyecek maddeleri esas alınarak ve ne şekilde ödeneceği konusundadır. İbn Hazm’a göre fitre sadece hurma ve arpa üzerinden ödenebilir. Hanefîîer’e ve Hanbelîler’de ağırlıklı görüşe göre fitre hadiste zikredilen dört gıda maddesinden biri esas alınarak ödenir. Şafiî ve Mâlikî mezhepleriy-le bazı Hanbelîler’e göre ise hadislerde geçen buğday, arpa, kuru üzüm ve hurma o devrin yaygın gıda maddeleri olup fitre bir kimsenin kendi bölgesindeki mahsulden, kendi yediği gıda maddelerinden de verilebilir. Fakihlerin çoğunluğu fitrenin sadece aynî olarak ödenmesini gerekli görürken başta Ebû Ha-nîfe olmak üzere bazı fakihler fitrenin bu mahsullerin değeri üzerinden nakit olarak da verilebileceği görüşünü benimsemiştir. Hatta bazı Hanefî kaynaklarında, özellikle bolluk zamanlarında nakit olarak vermenin daha faziletli olacağına dikkat çekilmiş ve Hz. Peygamberin, “Fakirleri istemekten müstağni kılın”[7] mealindeki hadisinin de bu görüşü kuvvetlendirir mahiyette olduğu belirtilmiştir. Özellikle alışverişin mübadele usulüyle değil na-kitle yapıldığı çağımızda fitrenin para olarak verilmesi daha çok önem kazanmıştır.
Günümüzde fitrenin tesbiti konusunda iki ölçünün esas alınması teklif edilmiştir.
1- Hadislerde geçen yiyecek maddelerinin 1′er sâ’ının (yaklaşık 3 kg.) para cinsinden ortalamasının alınması. Bu uygulama İle ramazan ayında üzüm, hurma, buğday, arpa gibi maddelerin çeşitli kaliteleri göz Önüne alınarak fitre için birçok değişik rakamın ortaya çıkması ve müslümanların bu durum karşısında tereddüde düşmesi önlenmiş olacaktır,
2- Bir fakirin ekmek ve normal bir katıkla bir günlük yiyeceğini sağlayacak meblağın tesbit edilmesi. Bu usul takip edildiği takdirde, belirlenen meblağın hadislerde adı geçen en ucuz maddenin -meselâ arpanın- bedelinden daha düşük olmaması gerekmektedir. Eğer ortaya çıkan meblağ daha fazla olursa naslara aykırılık söz konusu değildir. Çünkü fazla verilen miktar nafile sadaka yerine geçer. İkinci teklif İmam Şafiî’nin, herkesin ortalama olarak tükettiği yiyecek maddelerinden fitre vermesi gerektiği şeklindeki içtihadına da uygundur[8]. Bu iki usulün yanında, fitre miktarını belirlemede mükellefin şahsen veya aile olarak günlük gıda tüketim ortalamasının ölçü alınıp hadislerde zikredilen en ucuz maddenin bedelinden de aşağı düşmeyecek şekilde bir miktar tesbitine gidilmesi de mümkün olabilir. Yemin kefâretiyle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de. “ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek” ifadesinin yer aldığı[9], bazı fakihlerin fitrenin mükellefin kendi yediğinden verilmesini uygun gördükleri[10], hadiste de daha çok o dönemin temel ve yaygın gıda maddelerinin zikredildiği göz önünde bulundurulursa bu son usule göre yapılacak bir miktar tesbiti de yanlış olmaz.
Fitre vermekle mükellef olanların fitre almaları fakihlerin çoğunluğuna göre caiz değildir. Ayrıca mükellefin fakir olsalar bile anne. baba, dede, nine gibi usulü ile çocukları ve torunları gibi fü-rûuna ve karısına fitre vermesi caiz görülmemiştir. Çünkü sadakayı bakmakla yükümlü bulundukları kimselere vererek kendileri için dolaylı bir menfaat sağlamış olurlar. Öte yandan fitrenin zimmî statüsünde olmayan gayri müslim fakirlere verilemeyeceğinde ittifak vardır. Zimmîlere gelince İmam Şafiî, Mâlik. Ah-med b. Hanbel. Ebû Sevr ve Leys gibi müctehidlerden oluşan cumhura göre bunlara da fitre verilmez. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed gibi müctehidle-re, Seyyid Sabık ve Yûsuf el-Kardâvî gibi çağdaş âlimlere göre ise fakir zimmîlere fitre verilmesinde bir mahzur yoktur. Kuranda müellefe-i kulûb’a zekâttan pay ayrıldığı[11], müs-lümanlarla fiilî savaş ve çekişme içinde olmayan muhaliflere iyilik yapmanın yasaklanmadığı[12]] göz önünde bulundurulursa ikinci görüşün İslâm’ın genel ilke ve amaçlarına daha uygun olduğu söylenebilir.
İslâm âlimlerinin genel kabulüne göre, fitre verecek kimselerin zekâtta olduğu gibi öncelikle bulundukları yerdeki fakirlerden ve fitre verilmesi caiz olan akrabalarından başlamaları daha uygundur. Fitre verilecek kişilerden dindar ve güzel ahlâklı olanlarının tercih edilmesi mümkün olduğu gibi bu konuda yoksulluk derecesi de ölçü alınabilir. Diğer taraftan fitre bir kişiye de verilebilir, birkaç kişi arasında da bölüştürülebilir. Bununla birlikte fitrenin bir ihtiyacı karşılayacak miktarda olmasına da özen gösterilmelidir. Ayrıca bir ailenin fitrelerinin tamamını bir fakire vermesi caiz olduğu gibi birkaç fakire bölüştürülmesi de mümkündür. Fitre fakirlerin dışında borçlular, yolda kalanlar, kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenenler gibi zekâtın verileceği yerler olarak Kur’an’da belirtilen[13]diğer kimselere de verilebilir.
Bibliyografya:
Lisânü’l-’Arab, “ftr” md.; Müsned, II, 277, 501; V, 432; Dârimî, “Zekât”, 18; Buharı. “Zekât”, 18, 74; Müslim. “Zekât”, 12, 15; İbn Mâce, “Zekât”, 21; Ebû Dâvûd. “Zekât”, 17-20; Nesâî, “Zekât”, 30-46; Dârekutnî. es-Sünen, Beyrut, ta, lÂlemü’l-kütüb), II, 153; Mâlik b. Enes. ei-Mü-deuuenetul-kübrâ, Kahire 1321. II, 118, 119; Şafiî, el-üm, II, 59; Serahsî, el-Mebsüt, III, 102, 103. 108, 109; Kâsânî. Bedâ’f, II, 49; İbn Rüşd. Bidâyetü’l-müctehid, I, 253-256; Mutarrizî, e(-Muğrib fî tertibi7-mu’rib, Beyrut, ts. (Dârü’l-Kİ-tâbi’l-Arabî), s. 362-363; İbn Kudâme, el-Muğni, II. 645 vd.; İbn Hacer, Fethu’t-bârî, Beyrut, ts. (Dârü’l-Ma’rife), İV, 112; Aynî. ‘Umdetü’l-kârî, İstanbul 1308, 1, 471; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-kadir (Kahire), II, 39; Abdurrahman Şeyhîzâde, Mecma’u’i-enhür, İstanbul 1321, I, 229; Şevkâ-nî. Neytü’l-eutâr, Kahire 1357, IV, 195; İbn Âbi-dîn, Reddü7-muhtar, İstanbul 1303, III, 99, 106, 108; Seyyid Sabık. Fıkhü’s-sünne, Beyrut 1969, I, 415; Yûsuf el-Kardâvî. Fıkhü’z-zekât, Beyrut 1389/1969, II, 950, 957; Hüseyin b. Ali es-Sa-dâ. Zekâtü’t-fttr, Kuveyt 1404/1984.
TDV İslam Ansiklopedisi